daha fazla hayat

turkcellin çiftçi tarifesinde olan fakat aslen kendisi çiftçi olmayan babamın telefonuna dakkabaşı gelen hava durumu mesajlarından gına, evdeki herkes açıköğretim meteoroloji mühendisi oldu iyi mi.

hanımların dikkatine!

koltuğun kadife kumaşına sırnaş kaptırmış gidiyorum, adeta bir pölonya cümhuriyeti vatandaşıyım. reklamlarına kadar pür dikkat izliyorum bu ecnebi kanalı uydudan(bkz.tvpuls), adeta yabancı memleketteyim lan -gülmeyin- lakin bildiğin gurbetçi kıvamındayım -çocukken uyumak için kurduğum hayaller gibi krakow'daymışım gibi yapıyorum- . !ki ..!ki o sesi duyana kadar!; overlok makinesi ayağınıza geldi. halı, kilim, yolluk, paspas kenarına, halıfleks kenarına overlok yapılır, hemen teslim edilir. . ...yanaklarımı içe doğru vakum yapıp-bıraktım, koltuğun yaslangaç kısmına döndüm uyudum.

okulda defterime sırama ağaçlara

vodafone 3g reklamında fona ayar veren kemanın ey özgürlük demesi de çok acayip bir hadisedir. (bak yigen; ben geldiğimde buralar kavaklıktı hep, sonradan çıktı bu binalar.)

en eski meslek

telefon marifetiyle sigorta don/gömleği giydirilmeye çalışılan hanımablanın " -benim eşim dostum çok, başıma bi'şey gelse hastahane faturası zaten ödenir" demesi üzerine saf ve safkan agent'ın; "ama yenge!; bu memleketin her karışında geçerli bak sadece sizin maallede diil" demesi akabinde "benim ki de heryerde geçerli sen dert etme" demesi de çok acayipti çok; böyle bi hoş oldu içim.

pop is dead

an gelir michael jackson ölür.

genç aypodlar rahatsız

sınıfta, şeffaf ve rengarenk, içindeki beyaz borumsu zımbırtısı görünen ve kopya çekmek için de kullanılan atlas kalemleri marifetiyle, radyodan çektiğimiz kasetleri geri sarıp sarıp gürül gürül bir heyecanla; bak ulan bak ne dinleticem çok acayip cümlesini kurduran şarkıların cefakar çalgıcısı sony volkmenini hatırlamayanlar! sizi hadi yine iyisin tayfuna havale ediyorum. bu nesil çocukken de ezikti. yeni yeni asfaltlanan sokaklarında, üzerinde futbolcu resimleri olan toto kartlarıyla oynadığımız oyunlarda kaybetmeye mahkumlardı hep. ben bunu bilirim bu söylerim derdi cem karaca.

ufo gören masum kör v2.0

perşembe günü ankarada hacettepe üniversitesinin devyarasa kampusunde gökyüzüne dikkatli dikkatli bakar iken, gündüz gözü uçan pırpırlı uçağın hemen ardında bıraktığı şeyin paraşütle uçan bir turkiye cümhuriyeti yurttaşı olduğunu tam düşünücekken ve hatta kendimi inandırmış ve hanıma bak ulan bak adam nası uçuyo paraşüt o, atladı adam demin ne güzel süzülüyo demeden; hanımın: ulan ay o hilal şeklinde görünüyo sadece demesi kişisel optik tarihime kara bir leke olarak daha işlendi veyahut ben artık yaşlandım. (erikvandaniken'e not: gerçekten yaşandı bunlar ihtiyar veya based on a true story)

evlerinin önü boyalı direk

bugün annemin kolbastıya ikidebir külbastı demesi mecidiyeköydeki öykü börek'i herdefasında öykü berk olarak okumamı bir nebze olsun açıklıyor.

bir de casper vardı

alkışlarlayaşıyorum'a sadri alışık selamı çakarak cümleme girmeliyim ki; kemik asansör içinden çıkan biri gürbüzce-sempatik biri tıknaz ve yakışıklı iki delikanlı yine kemik üretim bandının üstünde önce desenli donlara kadar soyulup sonra giyindirilir, boyunlarına fotoğraf makinamsı zımbırtı takılır ve -böyle- maymun gibi orangutan gibi olan yaratık kapının önüne yaylı yatağı açar, bu iki delikanlı da yaratıkla birlikte yataktan zıplamak marifetiyle her daim uyuyan otomofile binerler idi, biz çocukken.

tele don

arkadaş! şifreli kanallar ilk çıktığında, ben çözerim lan bunun şifresini umuduyla televizyonu amuda kalkıp izlemeyi, aynaya saç spreyi sıkıp aynadan televizyona bakmayı gibi -vesaire- turk televizyonculuk tarihinin hanelerde geçen kısmını bile anlamışdım ve sindirmiştim de yıllardır canlı yayına bağlanırken şu televizyonun sesini kısmayı öğrenemedik lan. haykırıyorum; komandoyu don lastiğine sıkıştırıp da evin içinde gezen yalnız memleketimin güzel insanları kısın artık şunun sesini.

ses veriyorum: korkma

sevgili lan; okul da bitti bugün. turk eğitim sistemine, beni yeterince eğdiği ve büktüğü için teşekkürü borç bilmem gerekiyor ki öğrenim kredisini bi' kaç vakte kadar geri ödemem gerekiyor. ilişkimiz karşılıklı güvene dayanmadığı için imza falan da atıvermiştim ben. demek ki.. evet.

kırmızı kasklı çocuk

kampüste ihtiyarın scooterıyla volta atarken ekip arabasının üstündeki dolby dijitalden polisin an'ons edip "-evladım sağdan git!" demesi feci dumur bir olaydır okul hayatımın anarşik günlerinde. ben bir ceviz ağacıydım lan.

i did it

çokşehirdışı okuluma dönmek için otogara giderken babamın, harçlıklardan biriktirip de çokyüz tl verip aldığım nayk markalı papuçlara bakıp: "-oğlum bu plastik ayakkabılarla mı okula gidiyosun?" cümlesine cevap verememek çok acayip bir duygu.

dersini almış da ediyor ezber

bir ay bir miktar gün sonra; sırtımda, rulo yapılıp çamaşır ipiyle bağlanmış yorganım, sağ elimde karnı içine geçmiş tahta bavulum ve sol elimde kılıfı olmayıp sapında püskülü olan sazımla(görüntü netleşti, burda biraz durup beklemek gerek); okulumu kahramanca(!) bitirmiş memlekete dönüyor olacağım. (bkz. bir memleket olarak istanbul)

haydi tomates

bahtiyar ile eller arkada kenet, köyünü satmış da gelmiş ağalar gibi dolaştık bütün mediamarkt'ı.

elektro buggy

elektrik yok. kıytırık bi' mum ışığının dışında neredeyse zifiri karanlık. cereyanla ısınan bir ev için feci soğuk; ne yapalım bahtiyarla girdik tek kişilik yatakta yorganın altına. ev buz gibi zinhar, maksat ısınmak zaten giymediğimiz bi gocuğumuz kalmış evin içinde, bekliyoruz ki elektrik gelsin. can sıkıntısından tavanı dikizliyoruz hoş beş. bahtiyar baktım sol elininin avcunu koydu ense kökünün altına; ver ulan dedi ordan cigaramı. bak arkadaş yapma etme dedim. şurda delüanlı gibi ısınmamıza bakıyoruz dedim. biri odaya girse açıklaması yok dedim. ne deriz lan dedim. bu öğrenci evi buna hazır değil dedim. ver ulan dedi küllüğüde; aldı koydu göğüs boşluğunun üstüne. bastı çakmağı sigaraya. bi' vakit halkalar yapmaya başlamıştı ki; kalk lan dedim, kalk gidelim, yoksa paralel evrene yolculuk var birazdan kalk. kimse gelmedi. kalktık gürbüz'e gittik. elektrikleri vardı. insan gibi oturuyorlardı. tek göz yanan sobanın önüne yanaşıp uzunca ellerimizi ovuşturduk. ara sıra elimize hohladık. ısındık. hayat zordu.

tükür de buğulanmasın

bahtiyarın deniz gözlüğüyle soğan soyma an'ları da özlenir be.

halil pazarlama

özal bulvarından uçurduğumuz addana böyük şehrin güzide bankını satabiliriz belki. iyi tekliflere çok açığız; az oturulmuş, bir kez uyunmuş, ahşap rengi, temiz, adana.

ultimate zurvival

lan evin her yanı ayrı ekosistem.

canım ciğerim

fasulyeciye çok ayıp etti o hanımkız. (tdk. halim.)